neşeli günler

Gönderen melve , 24 Ağustos 2010 Salı 03:18

Yakın zamanda küçük sarışın yazarımız up uzak bir kıtaya gidecek, uzun zaman da dönmeyecek, orda pek çok eğlenecek. Onun şerefine -onlara sormadan ve aflarına sığınarak- blogun layoutunu yolculuk temalı aşırı sevimli bir şey yaptım. (gerçekten biraz aşırı oldu. ama ya bu olacaktı yada uçan cupcakeler :))

Bu yazıya neden başladığımı unuttum cupcaketi uçaktı derken. Neyse, başka bahara artık. 

Posted in | 0 yorum

how am i not myself?

Gönderen Adsız , 3 Ağustos 2010 Salı 13:14

kafamdan milyonlarca şey geçiyor, yakalayamıyorum. hepsini yazmaya kalksam yarısını uydururum.
I <3 fabula
nerden geldiklerini bilmiyorum ama keyifli bir yere gidiyorlarmış gibi... çok da korkuyorum o yeri bulamamaktan ve geri gelmemelerinden de...tüh!

Posted in , | 0 yorum

lanet.

Gönderen benimle oynar mısın? , 29 Temmuz 2010 Perşembe 18:57

gerçekten mutsuzum! o kadar mutusuzum ki her yerimden mutsuzluk akıyo. ve tanrı şahidim olsun ki şükretmekten biraz sıkıldım! kimse duymasın diye sabaha karşı ve dudaklarımı ısırarak ağlıyorum. ağladığımı kimsenin duymasını istemediğim yaşa ne zaman geldim? bunun adı büyümek falan değil. artık bunun adı yaşlanmak! ya da depresyon emin değilim.
dışarda o kadar çok mutlu insan var ki.. mutlular ve uyuyolar!
lanet olsun!

teletabiiz amin!

Gönderen benimle oynar mısın? , 27 Temmuz 2010 Salı 17:53

herkesin uyuduğu bi saatte uyanık ve herkesin uyanık olduğu saatlerde uyuyan bi şahsiyet olarak hayatıma nasıl yeni birinin girmesini bekleyebilirim? tamam, hayatım berbat! üstelik sabahlara kadar dizi izlediğim için gerçek hayatta ingilizce konuştuğumu sanıyorum*
ve bugün bi şeyi fark ettim. su içmek için kedime 2 tane bardak çıkarmışım! yanlış duymadınız 2 tane bardak! sanırım kendimle ilişkiye girdim! ( cç is in a relationship with herself! ) kulağa hiç hoş gelmiyo değil mi?!
tanrım! beni bu durumdan biran önce kurtar. amin!












* m: evet c hadi bakalım ingilizce konuş!
c: hmm. merhabaaa!!
sadece baş harflerimizi yazınca çok havalı oldu :)

world wide sadness

Gönderen melve , 20 Mayıs 2010 Perşembe 13:24

Oh god, I think I'm dying
and our drinks were just poured.

Gönderen Adsız , 5 Nisan 2010 Pazartesi 14:10

ölümden korkmuyorum sadece geldiğinde orda olmak istemem!

Posted in | 1 yorum

eskiye rabet olsa bit pazarına nur yağardı.

Gönderen Adsız , 28 Mart 2010 Pazar 16:08

eskiye rabet olsa bit pazarına nur yağarmış öyle dediler. geleceğin sanat yönetmeni retroyu sevdi geleceği düşündükçe nefesi kesildi. sanmayın ki sizler bu öylesine bir şey hani olağan üstün falan diye. ben eskiyi düşündükçe öyle geliyorlar. vurduk patladı çaldılar oynadık. tarz oldu!!!

boş verin yahu dün ceren bir film çekti ve oldu!!!
güzel bir şarkı hatırladım.
swollen,fragile and small...
annemi çok özledim...
gidiyorum...kına var mıydı?

tek taşımı kendim aldım

Gönderen melve , 21 Mart 2010 Pazar 10:11

Diyelim ki gün geldi, yaş kemale erdi, şapşalın biri bana aşık oldu, evlenme teklif edecek, diz çöktü, yüzüğü çıkardı... Ya o yüzük parmağıma küçük gelirse, zorlarsa zorlarsa ama bir ürlü takamazsa... Çok komik olmaz mı?
Çok gülerim çok!
Ahaha çok saçma lan!

Posted in | 2 yorum

biraz daha yazmazsam kovulacağımdan korktuğumdan bu yazı...

Gönderen Adsız , 17 Mart 2010 Çarşamba 09:56

ben bir gazete yazarı olsam kesin kovulurdum işimden. dayatmalı yazı yazmak bir işkence benim için. genellikle son dakikaya bırakılan ve devrik cümlelerden oluşan oldukça kasvetli, sevimsiz, bir o kadar da sapık bağlamlı, ne idüğü belirsiz bir eylem. şimdi bu blog olduğundan beri benim yazmam gerekiyor ama gel görki benim yazmam için bir şeye karşı bir şey hissetmem gerekli. kızgınlık, mutluluk, sevgi, yalnızlık vs...sorunda hissizlik zaten.

benden bir vög yazısı bekleniyor-du. artık du ümidi kestiler. başta heycanlıydım yazmak için. attım tuttum falan okursunuz şimdi anlatmayım yok efendim konuşmak yersiz falan bu bir duygu hissiyat yani içten bir şey dedim, kendimi Anna Wintour sanıyordum bunları söylerken. neyse yazdım da... ama dünyanın en ukala ve jüritik insanı olduğuma karar verdim okuduktan sonra. bu da bana bir ders oldu içimdeki armağan çağlayan'ı kendime karşı kullanmam gerektiğini anladım.

garip şeyler oluyor bu ara hayatımda...çok uzun zamandır istediğim bir şey oldu. ama o kadar da sevinmedim sanki. sanırım isterken bunu zaman aşımına uğradı benimle...hissiyatsızlık hissi burda başladı yani bunun farkındalığı...seneye amerikaya gidiyorum. sonunda oldu. oldu da şimdi ne olacak acaba? bu fikir uzaktayken güzeldi.

insan büyüdükçe ailesine dönermiş. ne garip bense boyuma baktıkça hala ergenlikte olduğumu sanıyorum. ablam, ne yapacaksın orda bir başına diyince ahkam kestim telefonda, 22 yaşında aklı başında bir kadınım ben. kaç senedir yalnız yaşıyorum her işimi halledebilirim dedim ama buna inanmadım. şimdi onları daha çok görmek için her haftasonu tasımı tarağımı toplayıp ankara'ya gidiyorum.

bütün iyi niyetimle once upon a timeların günah çıkardığını düşünürken aynı cinsiyete sahip olmadığımızı unuttum. Allahım kendimi bunun için affetmeme yardımcı ol! Amin.

küçükken 'acaba' nın 'acabağ' diye yazıldığını sanıyordum ve bunu uzun bir tartışmada idda ettim.




drama-land

Gönderen melve , 8 Mart 2010 Pazartesi 12:09

Bu aralar canım ne yazmak ne de çizmek istiyor. Daha doğrusu yazıyorum ediyorum da paylaşmak istemiyorum. Ama sanılmasın ki dertsiz tasasızım. Aksine kızsal takıntılarla kafayı bozmuş durumdayım. "Love is the greatest gift" diye şarkılar söyleyenlerin ağızlarına vurmak istiyorum. Sanki o eksik, diğer her şeyi eksik kılıyormuş gibi hissediyorum sürekli.
Yakında bir reset düğmesi keşfedip ona basacağım, kalbimde ne kadar yer etmiş insan varsa hepsine dair her şeyi sıfırlayacağım. Yoruldum eski hikayeleri taşımaktan.
Sürekli neden diye sormaktan, cevap aramaktan sıkıldım. Her şeyden çok sıkıldım.
Hayatım çok sıkıcı da diyemeyeceğim, üstelik çevrem de dönüp duran dramalara bakıyorum ve iyi ki başrol değilim diyorum. Traf tutmak, küsmek, barışmak... Çok orta okul, lise..
Ben sıramı savdım...


"Allahım ben sana öyle mi dedim?!"

diğer radyolar.

Gönderen benimle oynar mısın? , 6 Mart 2010 Cumartesi 13:21

coca cola'nın yeni reklam sloganı : "mutluluk için bir adım atmaya var mısınız?(hazır mısınız da olabilir emin değilim)"

cevap veriyorum : "hayır!"




asla adım atmak istemeyen ama mutlu olmak için oturup bekleyen bi insanım ben. adım atsam ölürüm çünkü. kendime hayatta başarılar diliyor ve sıradaki parçayı diğer radyolar için çalıyorum!

senin baban bi melekti yavrum!

Gönderen benimle oynar mısın? , 3 Mart 2010 Çarşamba 12:37

vöög eleştirisi bekliyoruz. biraz gecikti sanki? :)

neyse. 30 yaşıma kadar evlenmezsem - ki hiç öyle bi niyetim yok- bi çocuk sahibi olucam. sperm bankasına gidicem mavi gözlü esmer bi donör seçicem ve mutlu bi hamilelik süreci geçiricem. sanırım annem ve babam bunu ilk başta hiç ama hiç hoş karşılamıycaklar ama daha sonra kabul ediceklerdir eminim. etik açıcan ne kadar doğru bilmiyorum ama asıl soru şu oluyo genelde : "çocuk babasını sorduğunda ne cevap vericeksin?". çok basit: "senin baban bi melekti yavrum!". ne var yani? hep anneler mi melek olucak. kaldı ki sonra onu ve beni terk edicek bi babası olacağına hiç olmasın daha iyi değil mi? mutlu aşk ve mutlu evlilik diye bişey yok. mutlu kısa süreli ilişkilere olan inancım devam etmekte. kızımın(!) 3 ayda bir yeni bi babası olsa şahane olur bence. çocuğun kafası karışabilir tabi. muhtemelen onun da gelecekte ilişkilerini etkilemiş olurum. bu konuyu daha sonra daha detaylı düşünürüm. yine de sperm bankası fikrim sabit.

*yo hayır. erkeklerden nefret etmiyorum.

the book.

Gönderen melve , 22 Şubat 2010 Pazartesi 13:23

buraya da olurmuş aslında.

evet,ben bir dizi koliğim!

Gönderen benimle oynar mısın? , 6 Şubat 2010 Cumartesi 15:04

yalan değil öyleyim. dizi koliklik diye bi rahatsızlık, hastalık falan varsa ben kapılmışım ona gidiyorum, allah yolumu açık etsin.

sinema okuyan bi öğrenci olarak, dizilerin piyasaya yapıldığının farkında bi insan olarak, beyin yıkamak için yapıldıklarını bilerek, senaryonun reytinglere göre değiştirildiğinin de farkında olarak izliyorum bu dizileri elimde değil! iyi mi kötü mü emin değilim ama gerçek olduğunu biliyorum. bunu bu gece fark ettim.

mesela nefret ettiğim, rezil bulduğum kavak yelleri dizisini ele alalım. dizi ilk çıktığında hem urla'da çekiliyo olmasından hem de dawson's creek dizisinin türk versiyonu olmasından dolayı merakla bekledim diziyi. başladı her şey süper falan, her dizi gibi bozdu tabiki sonradan. bi dönem izlemedim ama şimdi yine sardım. yani böyle bi şey olamaz! bi insan nefret ettiği bi şeyi böyle zevkle mutlulukla yapamaz yani.

ben bir psikopatım. dizinin -sözde- aşk sahnelerine bayılıyorum. o aptal aşıklar birbirlerine kavuşunca mutlu oluyorum falan. resmen kendimi dizideki karakter yerine koyuyorum ve ben aşık olmuşum gibi oluyo. toygar problemimle aynı şey bu. 90 dk o aptal kutusuna kilitlenip başka bi aleme geçiş yapıyorum sanırım. baya başka bi boyuta geçiyorum. mutlu oluyorum, ağlıyorum, gülüyorum,... dizi bitiyo, evet nerde kalmıştık diye kendi boyutumda yaşamaya devam ediyorum. yok bu sorun oyuncu olmadan geçmiycek, işin içine girmem ve nefret etmem lazım yoksa bu gidiş hiç iyi bi gidiş değil. aşk hayatımı olumsuz etkileyen şey bu! çünkü zaten dizideki karakterlerden biri olduğum için, dizideki öteki karaktere aşık oluyorum ve kendi boyutumda aşık olma ihtiyacı duymuyorum. aa saçmalıyorum!

evet gerizekalı olduğumu, sarışın ve aptal olduğumu ya da mongol olduğumu düşünebilirsiniz. ama ben, psikopat bir dizikoliğim!

toygar'dan medet ummak.

Gönderen benimle oynar mısın? , 2 Şubat 2010 Salı 13:18

toygar ışıklı'yı seviyo muyum sevmiyo muyum karar veremedim gitti. yayında olan hali hazırda 4 dizinin birden müziklerini yapıyo olmaısna gıcık oluyorum tabi ama adam şarkı söyleyince bana bi şeyler oluyo. böle bi hüzünleniyorum, aşıkmışım gibi hayali sevgilimi düşünüyorum - ama yüzü yok tabiki- kendim geçiyorum falan falan.

saçmalıklar sinsilesi anlayacağınız. ben kendi kendime toygar ışıklı dinleyerek aşık olmayı başarabilir miyim acaba? hayır yani başarabilirsem bu süper olur. beklemek yok, adam seçmek yok, her şeyi toygar hallediyo düşünsenize! şahane olmaz mıydı?

pek sevgili aziz valentin.

Gönderen melve , 08:04


Sevgililer gününü sevmiyorum. Size yalan söyleyemeyeceğim, yalnız olmanın getirdiği bir hırçınlık da söz konusu. Başka türlü olsa belki daha ılımlı yaklaşabilirdim.
Ama yanımda kutlayacağım biri olduğu zamanlarda da pek sevmezdim, yalnız olunca daha da sevmiyorum. Niye seveyim?
İnsanların aşırı kutlamacılığını da anlamıyorum zaten. Ne gerek var. Mailim salak junklarla doluyor "sevdiğinizi gülümsetin bıdı bıdı", her taraf pembe kırmızı oluyor. Güller, sümbüller, pastalar, kekler, kolyeler, yüzükler.
Hoş değil.
Kimseyi bana kalp şeklinde bir kutu içinde çikolata aldı diye daha çok sevebileceğimi sanmıyorum, ya da çiçekle. Belki şarkılarla kandırılabilirim. Onlar yumuşak karnım.
Tesadüfler ve şarkılar...
Ama emin değilim. Aşk dediğin tuhaf bir olay. Çikolatalarla, süt ürünleriyle vesaire çözüm bulur mu bilemem.
"Al çiçek, ver öpücük" olacak iş değil bunlar.

seçilmiş kişi...

Gönderen Adsız , 1 Şubat 2010 Pazartesi 12:39

seçilmiş kişi...

şu halime bir bak rezil oldum resmen kendime
hem de en kötüsü fil hafızama yer edindin ölsen düzelmen
kavramsal bağlam sapmaları
ah şu alkol gözünü sevdiğim
yaz çiz oyna hayal kur sen sonra kadının biri olmadı şekerim baştan desin
neydi ki hayat benden istediğin
kimdim ki ben
geçtim çoktan
savaşçı ruh
kamuflaş kıyaftlerini giy dayan kapısına
kadın sen manyak mısın?
daha iyi bir şoför olsaydım şimdi midilliye karşı ağlıyor olurdum
özledim.
tunca esra selin ben parkta saklambaç oynasaydık
ışıklar kapanınca eve gitseydik
anne nolur 15 dakika daha diye yalvarsaydık
yazlık evimizin bahçesinde ağzından su çıkaran kurbağayı istedim yanımda
bir de gitar muhabbeti olsa
akdeniz akşamlarından girsek ege de kalsa kalbimiz
bir gün batımı daha görür müyüm dersin
balık mı baştan kokar yoksa pişirdin mi?
makaron'da adamın birinin olunu köpek balığı kapmış
beni hepten yese ya
yok bana çok dediler
denizde boğulasım var
anne özür dilerim...



az, çoktur.

Gönderen melve , 29 Ocak 2010 Cuma 10:11

Geçen gün Oprah Show'da Danimarkalılarla ilgili bir şey izledim. Onlar dünyadaki en mutlu insanlarmış. Bunun eğitim, sağlık, iş sistemi gibi bir çok sebebi var ama benim en çok takıldığım nokta günlük yaşamları. İşten 4,5 de çıkıp bisikletle eve dönüp aileleriyle vakit geçirmeleri, insanlara ve insanlığa güvenmeleri..
Evlerini gezdik Oprah ile beraber. Evler küçük, aydınlık, steril. O kadar az eşyaları var ki ister istemez kendi ıkış tılış dolabım ve 3 senedir giymesem de vermeye bir türlü kıyamadığım giysilerim ve utanmadan hala üstüne üstüne dolduruşum geldi.
Neden böyleyiz ki? Neden aza kanaat etmeyi, elimizdekiyle yetinmeyi öğrenememişiz?
Hani giysileri geçtim her şey için böyle. Mesela İyi bir fotoğraf makinam ve hd kameram var ama onlara sahip olduğum için mutlu değilim çünkü 5d mark ye sahip olmadığım için mutsuzum. Tamam anladık "mükemmel, şahane, harika" da ee yani? Olmasa ne olur? Hiç! Asla giymediğim Steve Maddenların siyahı bende yok, ve "meraba ben dünyanın en mutsuz insanıyım."...

Sonra güzel insanların güzel evlerini gezerlerken Oprah'nın "super size me" Amerikan mantığıyla şaşkınlık içinde sorduğu " Aman tanrım böyle nasıl yaşıyorsunuz?" sorusuna evin erkeği, " Az eşya, az yer, çok ışık, çok hayat." diye cevap verdi.
Ben de öyle olmak istiyorum, azla mutlu olmak, kafaya takmamak, keyif almak.
Ama lanet olsun ki seçtiğim meslek, seçtiğim hayat bana bunlarım tam tersini sunuyor boyalı jelatinlere sunulmuş şekilde.
Az hayat, az zaman, az para, çok ego, çok mekan..

manhattan skyline...aylin'e...

Gönderen Adsız , 28 Ocak 2010 Perşembe 11:43


hayata kattım bugün kendimi.

bir haftadır galata kulesi, kar ve ben kaloriferin yanında toefl'a çalışmamaktaydık. konuşmamaktaydık da kimseyle.
ne çeşit bir deli olduğumu anladığımda yurdu yakmaya çoktan karar vermiştim. ki duygu aradı çekim var diye. Allah kimseyi kendiyle baş başa bırakmasın. Amin.
bugün çok komik şeyler yaptım. oğulcan ve aylin bu size...
kazanmış olduğum parayla bütün aileme hediye aldım.
kendime le pain quotidien'de müthiş bir çilekli tart ısmarladım.
nick hornby ve ben iyi anlaşmıştık. ben ona long way down'daki karakterlerden biri olmak istediğimi söyledim. o bana high fidelity'i önerdi. melve kulakların çınlasın.
aylin'den bir mail geldi. o benim bu hayattaki en yakın arkadaşım. tanıyın. dünyanın en komik insanıdır benim aksime.
şimdi umea'da. umea neresi mi? isveç'te bir yer. kuzey kutbuna bir km falan. deniz donmuş.
kimi sevsem bir yerlere gider hep. bu da benim tarzım!

manhattan skyline...
bana da bir yer var mı?


fil.

Gönderen melve , 00:01

The Room Of Elephants.

Bir deyim vardır elephant in the room diye, bilirsiz siz de elbet, bilisiniz çünkü siz de en az benim kadar film izlersiniz.
Koskoca fili görmezden gelmeye çalışmak, yanından dolanmak, hep çevresinden parmak uçlarında yürümek...
Biz aslında basbayağı farkındayız filin -fillerin-. Koskoca duruyor önümüzde. Mümkün değil görmemek, konuşmamak üzerine.
Ama oraya nasıl gelmiş hiç anlayamıyoruz, ne zaman gelmiş hatırlayamıyoruz.

Oysa ki filler hiç unutmaz derler.

Bu işte bir yanlışlık var.

Posted in | 2 yorum

the queen of jelly bean melve'ye...

Gönderen Adsız , 27 Ocak 2010 Çarşamba 12:19

melve bana yıllardır, evet yıl oldu. artık bir blog açmam gerektiğini söylüyordu. bense insanlar benim sıkıcı hayatımı neden merak etsinler ki dedim hep. why not coconut dedi ve başladık.


ben yazmayı bırakalı çok olmuştu. birileri ya da bir şeyler için. kafamdan geçen milyonlarca durum ya da bağlamı sapık on bin milyonlarca hikaye sanki onları bir yere not alırsam unutucakmışım gibi ya da o anki özelliklerini yitireceklermiş gibiydi. bunca zaman uğruna yazdıklarım beni anlamamıştı. küçüktük. onlar aptaldı. ben akıllıydım.

sıkıntılı tabi. hikayelerin abuk subuk yerlerindeki 'uçların', o müthiş egolarıyla, hayalimdeki yerlenin hiç farkında olmadan, bugünümü üstlerine alınmaları. baştan anlaşalım. hayır! sizle bir alakası yok!

yeni

Gönderen melve , 11:23

Bu yeni bir blogdur.

Kız kafası üzerine yoğunlaşmış olup, sürekli sorduğumuz "What the fuck is wrong with us?" ve "Everyone else is doing it, so why can't we?" sorularının cevaplarını bulmaya yöneliktir.

No bunalım. Yes neşe.
Ayrıca da pembe.

izlediğiniz için teşekkür ederiz.